19 Ekim 2008 Pazar

Türkiye, İspanya olabilir mi?



İkisinin de Akdeniz ülkesi olmasından ve 1980'lerin başlarına kadar kadar aynı gelir/gelişmişlik seviyesinde olmalarından mütevellit şöyle bir söylem yaygındır liberal çevrelerde:

Türkiye, İspanya'nın gerçekleştirdiği mucizeyi gerçekleştirebilir mi? 1975'te faşist diktadan çıkan bir ülke, 25 senede Avrupa'nın en gelişmiş ve her anlamda en çoğulcu ülkelerinden biri haline gelebilmişse, biz neden gelemeyelim? Avrupa Birliği'nin en büyük dönüştürme projesi olan İspanya örneği, Türkiye özelinde tekrarlanamaz mı?

Öncelikle, İspanya'nın şaha kalkmasının sebebi kesinlikle Avrupa Birliği'e üyelikte aranmamalıdır. AB, İspanya için neden olmaktan öte sonuçtur. Bir ülkenin, bir milletin, kadınların kocalarından izinsiz bankadan para çekemediği bir halden, eşcinsel evliliklere izin verebilen bir toplum haline gelebilmesi için; ve dahası bunu 25 senede başarabilmesi için temel şart, o ülkenin insanlarında aranması gereken "ilerleme, degişme ve hoşgörü iradesi"dir. Yoksa AB perspektifi falan fasa fisodur. Franco'nun ölümü ile sağcısı - ki İspanyol sağcısı, sağcının hasıdır - solcusu, sokaklara dökülen milyonların demokrasi - ama bizdeki gibi sadece kendine demokrasi değil, dindara da eşcinsele de mini eteke giyenine de metal dinleyen aczmendiye de (Ali Bulaç, okuyon deee mi burayı?) - talebi işte bu iradenin fiziksel aksidir. Bu iradenin Türkiye özelinde oluşması için gereken ortam yoktur, altyapı yoktur, zaten oluşması için bir sebep de yoktur.

Bahsettiğimiz toplum, din ile hesaplaşmasını vakti zamanında (1936-1939 İspanyol İç Savaşı) kilise yakmaya kadar götürmüş, sonrasında dini gericiliğin doruklarında bir diktaya dönmüş. Çok iç kavga görmüş, geçirmiş. İspanya'nın her sene kendi diline çevirdiği kitap sayısı, Arap ülkelerinin 6.yy dan beri Arapça'ya çevirdiği toplam kitap sayısına eşit. Franco tüm o diktanın altında, gelişmeye hazır bir sanayi altyapısı ve dinamik bir nüfus bırakmış.

Ve sonra n'olmuş biliyor musunuz? İşte, Türkiye de asla ol(a)mayacak olan şey olmuş. İç savaşta, baba, ana, bacı, kardaş demeden birbirinin hunharca kesen - aynı milletten 600.000 kişinin birbirini kesmesinden, tecavüzünden sözediyoruz ki aklıma Maraş Katliamı gelmiyor değil - bu ademoğulları, Franco'nun cenazesini kaldırdıktan sonra; kallavisinden bir parlamenter demokrasiye geçme iradesi beyan etmişler. Milliyetçisi, dindari, sosyalisti, komünisti, ayrılıkçısı bir araya gelmiş ve hepsinin nefes alıp verebileceği atmosferi kuran bir anayasa yazmışlar. İspanyollar'ın geçirdiği bu inanılmaz değişimin sırrı, kendilerinin "La Gran Amnesia" dedikleri bu "geçmişi unutma, geleceğe bakma paktı"nda saklıdır. Bir defa bu irade hasıl olunca, AB'ye sadece yerinde durmakta zorlanan atı mahmuzlamak kalmış.

Şimdi, Türkiye, İspanya olabilir mi? İngilizler'in dediği gibi "cehennem buz tuttuğu zaman". Başbakanın hala 1930'daki tek parti politikalarını eşelemeyi politika sandığı, topluma kendi din ve ahlak kaftanını giydirmeyi görev bildiği, muhalefetin toplumun içine artık sığamayacağı bir elbiseyi üç beş yama ile hala önümüze sunmakla meşgul olduğu bir ortamda, ve dahası bu derin bölünmüşlüğü, toplumu kutuplaştırmaktan başka bir halta yaramayan bu siyasi dili ortadan kaldırmak için halkın da hiçbir irade beyan etmediği - edemediği -, onun yerine seçimlerde kurtarılmış coğrafi bölgeler kurma telaşında olduğu bir ortamda;

Türkiye, İspanya olamaz.

Erdal Şafak'ın yazılarında tekrarladığının aksine, "Türkiye'ye pek o kadar da güvenmeyin". Ya da Çetin Altan ustanın diliyle, "enseyi karartın".

Not: Konu ile ilgili harika iki makale

http://www.minidev.com/publIc/page.aspx?id=426
http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=224493

1 yorum:

cevvar dedi ki...

hocam tespite kelimesi kelimesine katiliyorum, ama umutsuzluga asla :)